Mine Vaganti / Serseri Mayinlar (2010)

10:51

Cahil Periler'i hatırlamak çok kolay değil. Uzun zaman oldu izleyeli, izler bıraktığı ve bir gün yeniden izleyeceğim kesin... Bi kere, gizemli, merak uyandıran ya da şaşırtan bir sonla biten film olduğunu söylemek mümkün. Serseri Mayınlar ondan kalan tadın uzağında olsa da eğlenceli.


Sinekiyatri'de yer alan Cache (Saklı) ile karşılaştırmak size fikir verebilir: Cache'te de hijyenik, izole, üst sınıf bir aile başrolde. Bu ailenin büyük bir derdi var ve sorundan yola çıkıp Fransa-Cezayir ilişkilerinin sorgulanması, geçmişteki karanlık olayların aydınlanması vs. ile Haneke'nin filmi çok ayrı bir yere oturuyor... Serseri Mayınlar'da ise çok zengin ailenin dert edindiği ve şiddetle karşı çıktığı şey çocuklarının cinsel tercihleri.

Sorunu küçümsemek gibi bir niyetim yok. Fakat Avrupa'dakilerin dünyanın diğer bölgelerine göre çok daha şanslı oldukları bir gerçek.. Yönetmen dram-komedi tarzını seçerek yıllardır dillendiremediği meramını anlatmış. Eşcinselliğin yerine yazımın sonundaki söyleşide yer aldığı gibi akrobatlığı da koyabilirsiniz… Yönetmenin babası yaşarken oğlunun cinsel tercihini bilmiyormuş… Bu açıdan film Özpetek ve arkadaşlarının yaşamından-anılarından bir kolaj olarak düşünülebilir.


Lecce'de atadan-dededen kalan makarna fabrikasının başına 3 kardeşten büyük abi Antonio geçecektir... Küçük erkek kardeş Tommaso ise bütün ailenin bir araya geleceği akşam yemeğinde bu kararın açıklanması ile birlikte herşeyi göze alarak eşcinsel olduğunu söyleme niyetinde.. Böylelikle üzerindeki büyük bir yükten kurtulduğu gibi, kendini üniversite okuduğu Roma'da inzivaya çekip edebiyata ve aşka verecektir. Fakat Antonio sürpriz yapar, işin rengi değişir.


Müzikler filmi izledikten sonra yeniden dinleme eğilimi yaratıyor.. Film izleyip daha önce hiç duymadığım şarkıların peşine düşmek bir alışkanlık halinde geldi: Nina Zilli’den 50 mila , Pink Martina’dan Una Notta A Napoli. Baştan sona İtalya, Lecce ile örülü filmin bir yerinde karşınıza aniden çıkan Sezen Aksu'nun kadife sesi, yönetmenin kim olduğunu hatırlatıyor.. Hayret, hiç duymamıştım Kutlama'yı... Klas şarkı.. Sözleri de pek hoş.

Memleketime çoktan bahar gelmiştir,
Başakları şimdiden göğe ermiştir,
Dağlarını gelincik basmıştır,
Yer, gök ve yürek çiçek açmıştır.

Kirazlar olmadan tez vakitte,
Asmanın sürgün veren dallarında,
Nergisin, zerenin taç yapraklarında,
Seninle baharı kutlamaya geliyorum...
...

Yurtdışındaki vatandaşlarımızı ağlatacak cinsten... Özellikle gurbetteki İzmirliler'i...

Tommaso’nun gözleri Serra Yılmaz'ı anımsattı bana. Özpetek filmlerinin olmazsa olmazı haline geldği için gözlerimiz Serra'yı aradı.

Görüntü kalitesi, çekim açıları, vs,, Artık birçok ünlü yönetmenin filminde renkler insanın içini ısıtıyor..


Filmdeki gelenekçi baba gerçek hayatta gay diye bir bilgi var internet'te.. Araştırmak lazım.. Öyleyse, ilginç bir detay.. Tommaso ile Antonio ise eşcinsel olmadıkları için bazı sahnelerde zorlanmışlar belli ki…

Yazının bu bölümündeki yönetmenle yapılan röportaj, filmle ilgili bize ipuçları veriyor:

Özpetek: Yıllar önce, İtalya’ya geldiğimde yufka yürek babam, bana bir turizm işi bulmuştu. Cevabım netti: “Baba, bu işe girersem asla sinema yapamam. Maaşın konforuna alışırım, öyle geçip gider hayat, çok üzülürüm!” Tipik baba yaptırımı, “Harçlık yollamam, ne halin varsa gör” dedi. Ama biliyorum, endişe duymasına rağmen babamın kararıma saygısı da vardı.

Gazeteci: Garanti bekliyorlar galiba!

Özpetek: Evet. Ana baba, bildiği yoldaki mutluluğu, başarıyı çocuğuna dayatıyor. Bu sadece ‘gay’ olma tercihi ile ilgili değil, akrobat olmak isteyene de karşı çıkılıyor. Oysa bana hayat garantisi değil, kendi yolunda mutluluk imkânı verse! Aile, biten bir ilişki değil. 80 yaşımıza da gelsek, onların hoşuna gitmek istiyoruz. Onun için bir iltifat, ödül aldığımda hâlâ gözlerimin doluşu! Roma Üniversitesi’nden fahri doktoramı alırken de, çok çok mühim festivallerden avuntularla dönerken de, iltifatlara boğulurken de, aklımda hep o.

Bu kısım ise başka bir söyleşiden… Özpetek diyor ki:

Anne baba çocuğunun ne yaptığını değil, mutlu olup olmadığını sormalı kendine... Ben üniversiteyi hiç bitirmedim... Üç imtihanım var üniversiteden, kalmış yıllardır... "Hamam'ı yapmışım, Harem Suare'yi yapmışım, babam hala diyor ki: Şu üniversiteyi bitir, bir gün işe yarar..."

Bana fahri doktorluk verildi üniversiteden... Onu alırken babam yoktu... Ağlamaya başladım...
Sonraki Yayın
« Prev Post
Önceki Yayın
Next Post »
Disqus
Yorumunuzu Ekleyin

Hiç yorum yok

İletişim Formu